Gözden kaçırmayın

Karla Örtülü Peri Bacaları, Cappadocia'ya Masalsı Bir Görünüm KazandırıyorKarla Örtülü Peri Bacaları, Cappadocia'ya Masalsı Bir Görünüm Kazandırıyor

Eminönü'ndeki tarihi Balık

  • Pazarı, yüzyıllar boyunca İstanbul mutfağının şekillendiği, Rum ve Müslüman mutfak kültürlerinin buluştuğu önemli bir mekan olarak tarihteki yerini aldı. Bu etkileşim, balık tüketiminden meze kültürüne, yemek pişirme tekniklerinden sosyal yaşama kadar uzanan geniş bir yelpazede kendini gösterdi. Pazaryeri, sadece ticari bir merkez değil, aynı zamanda iki toplumun mutfak mirasının kaynaştığı kültürel bir kavşak noktasıydı.


  • Bir Kültürel Kavşak: Tarihi Balık

  • Pazarı

  • Eminönü'ndeki Balık
  • Pazarı'nın kökeni Bizans dönemine kadar uzanıyor. Osmanlı döneminde de Büyük Gümrük ile Yemiş İskelesi arasındaki aynı lokasyonda faaliyetine devam eden pazar, Balık Eminliği gibi devlet kontrolündeki kurumların da merkeziydi. Burası sadece balık tezgahlarının olduğu bir yer değildi; ünlü meyhaneleri, gözlemeci dükkânları, sebze-meyve pazarları ve çeşitli yiyecek maddelerinin satıldığı dükkânlarla İstanbul'un sosyal ve gastronomik hayatının kalbi atıyordu. Tarihi Çiçek Pasajı ile komşuluğu, bu kültürel yoğunluğu pekiştiriyordu.


  • Mutfaktaki Farklılıklar ve Benzerlikler
    Osmanlı döneminde Rum ve Müslüman mutfakları arasında temel bazı farklılıklar bulunuyordu. İstanbul Rum mutfağında yemeklerde ağırlıklı olarak zeytinyağı kullanılırken, Osmanlı mutfağı 19. yüzyıla kadar daha çok tereyağı kullanmıştı. Rumlar daha çok koyun eti tüketirken, Osmanlı mutfağında etin her türlüsü değerlendirilmişti. Dini etkiler de mutfağa yansıyordu; Rum mutfağı, Ortodoks Kilisesi'nin perhiz günlerinde balığın yanı sıra midye ve istiridye gibi kabuklu deniz ürünlerine yönelirken, Müslüman halk genellikle balık türlerini tercih ediyordu. Ancak Balık

  • Pazarı gibi ortak mekânlar, bu farklılıkların bir arada var olmasını ve birbirini etkilemesini sağladı.


  • Ortak Mirasın Somut Örnekleri: Balık ve Meze Kültürü
    Balık

  • Pazarı, iki mutfağın kesişim noktasını en iyi yansıtan unsurlardı. İstanbul'un denizlerle çevrili olması, balığı hem Rum hem de Müslüman mutfağının ortak vazgeçilmezi haline getirmişti. Lakerda, çiroz ve tuzlu balık çeşitleri her iki mutfakta da yer bulmuştu. Balık-Pazarı ve çevresindeki meyhaneler, Rum mezelerinin İstanbul mutfağına entegre olduğu başlıca alanlardı. Zeytinyağlı dolmalar, sarmalar ve deniz mahsüllü mezeler, bu ortak kültürün ürünleriydi. Maria Ekmeksicioğlu'nun belirttiği gibi, "Rum mutfağında, Bizans döneminden kalma yemeklerin içine kuru meyve katma geleneği vardı. Sonrasında bu gelenek İstanbul mutfağına da geçti." Meyhane geleneği de sadece yeme-içme mekanları değil, aynı zamanda sanatçıların, yazarların ve gazetecilerin buluştuğu; farklı topluluklardan insanların kaynaştığı sosyal mekanlardı.


  • İstanbul Mutfağı: Bir Mozağin Sentezi
    İstanbul mutfağı, Türk, Rum, Ermeni ve Musevi gibi farklı toplulukların bir arada yaşayarak ve birbirlerinin mutfaklarından etkilenerek ortak bir gastronomik miras oluşturduğu bir sentezdi. Sula Bozis'in deyişiyle, bu mutfak "Asya ile Avrupa mutfak kültürlerinin bileşkesinden türeyen, eklektik bir gastronominin ürünü"ydü. Balık

  • Pazarı, bu eklektik yapının hem tedarikçisi hem de sergilendiği bir sahne olmuştu.


  • Değişim ve Dönüşüm
    1957

  • 58 yılındaki imar hareketleriyle Eminönü'ndeki tarihi Balık-Pazarı tamamen kaldırıldı. Ancak Beyoğlu'ndaki Balık Pazarı gibi benzer işlev gören diğer pazarlar ve Kumkapı gibi balıkçılık merkezleri, bu geleneği bir ölçüde sürdürdü. Günümüzde bu ortak mirasın izleri, özellikle meze kültürü, balık pişirme yöntemleri ve İstanbul'a özgü yemeklerde yaşamaya devam ediyor.